Tuesday, March 16, 2010

Monster: Birinci sınıf bir polisiye, başka türlü bir gerilim

Monster en sevdiğim anime olsa da tavsiye isteyenlere bu serinin adını hayatta vermem. Hem insanların kafasında oturmuş ‘anime çizim tarzı’ndan farklı, hem biraz uzunca, hem de epey ciddi bir seri. Bir de ne yalan söyleyeyim kıskandığım için bu seriyi tavsiye etmem, başkalarının Monster’ın değerini benim gibi bilemeyeceğini düşünüyorum.

Hayatını kurtardığınız çocuğun durdurulamaz bir seri katile dönüşeceğini bilseniz yine de onu kurtarır mıydınız? Bu o kadar zor bir soru değil, bence bir çocuğun hayatı ve suçları hakkında böyle bir yargıya varma hakkınız olmadığı için ne olursa olsun onu kurtarmalısınız. Zor soru şimdi geliyor: Bu çocuğun işleyeceği bütün cinayetlerde sizin de sorumluluğunuz olmaz mı? Sonuçta eğer siz olmasaydınız çocuk ölecek ve onun kurbanı olan tüm insanlar hala yaşıyor olacaktı. Daha fazla insanın ölmemesi için bu ‘canavar’a verdiğiniz hayatı geri alma görevini üstlenir misiniz? Cevap evetse onu hiç hayata döndürmemiş olmak daha iyi olmaz mıydı? Ama hani ne olursa olsun bir çocuğu ölüme terketmek yanlıştı? İşte 74 bölüm boyunca ben bu paradoksun içinden çıkamadım ve hala daha çözümü bulmuş değilim.

Konuyu kısaca özetlemek istiyorum ama maaşallah öyle kompleks bir konu var ki en kısa özet bile paragraflar alacaktır. Hikayemiz 80′lerin ortasında Batı Almanya’da başlar. Dr. Tenma Kenzo Almanya’da çalışan genç bir Japon beyin cerrahıdır. Müthiş başarılı bir cerrahtır, öyle böyle değil, tam bir dahidir. Kariyeri çok parlak, önü çok açıktır, üstelik çalıştığı hastanenin sahibinin güzel(!) kızıyla nişanlıdır. Kenzo bir gün hastaneye beyninden vurulmuş olarak getirilen küçük bir çocuğun ameliyatına girmek üzereyken kendisine çocuğu bırakıp sonradan getirilen ünlü bir opera sanatçısının ameliyatına girmesi söylenir. Kenzo vicdanının sesini dinler ve prestijlerine göre hastalar arasında ayrım yapılmasına karşı çıkar. Kariyeri pahasına küçük çocuğun hayatını kurtarmayı seçer. Çocuk kurtulur ama bu hareketi nedeniyle Kenzo’nun ataması durdurulur, kariyerinde ilerlemesi engellenir, nişanlısı onu terkeder. Üstüne üstlük -Kenzo henüz bunu bilmese de- hayatını kurtardığı çocuk gerçek bir canavardır.

Çocuk Kenzo’nun ilerlemesini engelleyen doktorları öldürür ve kayıplara karışır. Bundan sonra sonuna kadar Kenzo’nun peşini bırakmayacak olan ürkütücü dedektif Lunge’nin gözünde Kenzo bir numaralı zanlı haline gelir çünkü kimse bir çocuktan şüphelenmemektedir.

Çocuğun adı Johan’dır ve Kenzo’yla bir sonraki karşılaşmaları Johan 18 yaşına geldiğinde olur. Bu zamana kadar pek çok cinayet işlemiştir ve işlemeye devam etmektedir. Kenzo Johan’ın peşine düştüğü için bir şekilde bütün cinayetlerden o sorumlu tutulur. Polis Johan diye birinin var olduğuna bile inanmamaktadır. Johan öylesine şeytani bir dehaya sahiptir ki, kendini adeta bir hayalete dönüştürmüştür, varlığına dair tüm kanıtları silmiştir. Son derece yakışıklı, karizmatik ve insanları çok rahat etkisi altına alabilen bir insandır Johan. Neo-Nazileri bile parmağında oynatmaktadır. Onlar Johan’ın geleceğin Hitler’i olmasını bekleseler de onun hiç de böyle politik planları yoktur, allahın sosyopatı işte. Zavallı, sevecen, yumuşak başlı Kenzo’nun hayatı yıllar önce verdiği ahlaken son derece doğru olan bir karar yüzünden darmadağın olmuştur. Artık ömrünü polisten kaçarak ve Johan’ı kovalayarak, daha doğrusu onun kurduğu oyunu oynayarak geçirecektir.

O kadar mükemmel, o kadar yoğun ve karmaşk bir hikayedir ki Monster, bölümler boyu Kenzo’nun Johan’ın geçmişini kazmasını izledikten sonra bile hayretler içinde “Johan’a dair tek bildiğim bi bok bilmediğimdir” dedirtir. Johan ve Kenzo zaten şahane karakterler bir de kendisine gıcık olsam da sağlam bir karakter olduğunu itiraf etmek zorunda olduğum dedektif Lunge var. Daha ilk gördüğüm anda tırsmıştım bu Lunge’den ve Kenzo’nun başına bela olacağını anlamıştım. Ben bu adamı yolda görsem kaçarım, korkunç bir yüz ifadesi var. Sorgulama sırasında parmaklarını sanki klavyenin tuşları üzerinde gezdiriyormuş gibi oynatıyor, bu şekilde edindiği bilgileri beynine yazıyormuş. Bir de kendini zanlının yerine mükemmel bir şekilde koyabiliyor, peşinde olduğu kişiyi anlayabilmek için günlük hayatını o kişi gibi yaşıyor. Yine de bu kadar mükemmel bir dedektif olmasına rağmen Johan’ın Kenzo’nun kafasında yarattığı bir kişilik olduğu fikrine nasıl sağlanıp kaldı inanılır gibi değil. Zaten bütün seri boyunca Alman polisi rezil haldeydi. (Alman doktorları konusuna hiç girmiyorum) Allah aşkına 90′lar Almanya’sında bir Japonu bulmak ne kadar zor olabilir, yıllarca Kenzo’yu yakalayamadılar.

Kenzo çok düzgün bir insan olmasına rağmen nedense çevresi hasta ruhlu insanlarla dolu. Kovaladığı adam manyak, kendisini kovalayan polis manyak, eski nişanlısı apayrı bir manyak. Böyle korkunç bir kadın olamaz. Hem Kenzo’yu terk ediyor, hem de kendisine geri dönmedi diye intikam peşinde koşuyor. Hem Kenzo’ya aşık, hem de hapislerde çürüsün istiyor. Hele ki Kenzo’yla birlikte oldukları dönemlerdeki anılarını gösterdikleri bölümlerde gördüklerime inanamadım, böyle bir kadınla nişanlanmak için nasıl bir mazoşist olmak gerek bilmiyorum. Bi de böyle gözlerini kısmıyor mu… çok fena ya! Ama sonradan sonraya o da çetin ceviz olduğunu gösterdi.

Monster öyle kanla ya da dıırım dıırım diye alttan alttan gelen müzikle değil de zekice kurgusuyla geriyor izleyiciyi. Öyle olaylar, öyle gelişmeler oluyor ki nefesimi tutup izlediğim ya da dayanamayıp alkışladığım sahneler olmuştur. Johan’ın soğuk kanlılığı beni en çok ürküten şeylerden biri. Hele o nazik gülüşü ve sakin ses tonu inanılır gibi değil ama kendisini daha da korkunç yapıyor. Sanki insan üstü bir varlıkmış ve asla durdurulamazmış gibi görünüyor.

Seri de en çok hoşuma giden şeylerden biri bütün hikayenin Johan’ı derinden etkilemiş olan “İsmi olmayan canavar” adlı çocuk hikayesiyle son derece şiirsel bir paralellik kurması. Bütün seri boyunca bitiş videolarında yavaş yavaş bu hikaye anlatılıyor. Monster’ın açılış videosu da ayrı bir güzellik. Çok güzel, ilahiyi andıran bir müzik eşliğinde, çok sade bir video. Serinin ağırbaşlılığını çok güzel yansıtıyor.

Aşağıya Monster’ın açılış videosunu, onun altına da çok beğendiğim bir amv’yi koyuyorum. Rammstein’ın Sonne şarkısı kullanılmış (hastası olduğum bir şarkıdır) sözlerin Almanca olması da çok güzel uymuş. Yalnız spoiler içerir o yüzden seriyi izlemeyi düşünenler alttaki videoyu şimdilik izlemesin.

[Via http://ictenchan.wordpress.com]

No comments:

Post a Comment